Yavuz Yekta

 Büyükbabam müzikolog Rauf Yekta Bey’in İstanbul, Beylerbeyi, Çamlıca Caddesi no.77 adresinde bulunan köşkünde,

15.Temmuz.1930 tarihinde doğmuşum.

1940 - 41 yılında Eskişehir Ülkü İlk Okulunda okudum, okulun Müdürü Sayın TAHSİN Gürler’in bize beş yıl müddetince çaldığı Orgun sesleri halen kulağımda...

1947 - 48 yılında Eskişehir Orta Okulu ve Eskişehir Lisesini, Şubat/1954 yılında Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesini bitirdim.

Veteriner Fakültesine devam ederken orta okul III.üncü sınıftan beri Eskişehir’de

aynı sınıflarda beraber okuduğum Nurhan Orkun adında bir kız arkadaşımla karşılaştık.

Bir aylık bir konuşma devresinden sonra kendisine evlenme teklif ettim, kabul etti.

16.Nisan.1950 yılında Eskişehir’de evlendik. 55 yıldır evliyiz ve çok mutlu bir ömür yaşadık, Allah Nurhan’dan razı olsun.

Bizi Sevgisinden Yaratan, bize 2 kız, 2 oğlan çocuk verdi: Yıldız Bağcan (1951), Site Koleji mezunu, Cem Yektay (1954), İTÜ Elektronik Mühendisi,

Hatice Berrak Sanem Türeyen (1957), İst. Üniversitesi İktisat Fak. Mezunu, Celâleddin Emced Yektay (1959–1993),Avusturya Lisesi.

Son evlâdımızı bir kazada kaybettik (1993), nur içinde yatsın, çok iyi bir insandı, şimdi bulunduğu yerde huzur içindedir!

  1960 - 61 yıllarında Yedek Subay Veteriner Hekim olarak Muş 227. Piyade Alayı’nda askerliğimi yaparken Güney Doğu Anadolu’da

At Vebası salgını çıktı.

Mardin Vilayeti Veteriner Müdürlüğü emrine sivil göreve verildim ve köy köy dolaşarak, binlerce ata, at vebası aşısı yaptım.

Hayatımın en mutlu günleri idi : Askerliğimi gerçekten bir Vatan Hizmeti gibi yaptım.

Atalarımız bu Vatanı kan ve canları bahasına kurmuşlardı, küçük bir görev de olsa, köy köy dolaşarak vatandaşlarıma ve

vatanıma hizmet edebildiğim için kıvanç duyuyorum.

 10 yaşlarında Kaval’a başladım.

Bir gün babam İstanbul’dan, babası Rauf Yekta Bey’in Neylerinden birini bana getirdi.

Ney üfle ve bizim öz musikimizle uğraş dedi.

Neyin sesini çıkardığım zaman babamın haklı olduğunu anladım, o kadar güzel bir sesi vardı ki o günden beri,

63 yıldır yalnız ney ile meşgulüm!

Neye başlamadan kısa bir müddet bateriye sevgi duymuştum ama babama bir bateri takımı aldırtamadım,

hem pahalı idi ve hem de gürültüsü bütün mahalleyi isyan ettirecekti zannederim!

 Giriftzen Asım Bey’in Rast peşrevinin birinci hanesi ve teslimini öğretebilecek kadar kısa bir zaman,

bir ilkokul müdürü olan merhum Neyzen Mükerrem Tincer hocamdan aldığım ders haricinde şu ana kadar bir Ney veya musiki hocam olmadı.

Nazariyat bakımından da kendi kendime öğrendiklerim Rauf Yekta beyin kütüphanesinden, Arel ve Ezgi’nin kitaplarından ve

üstatların konuşmalarından anlayabildiklerimden ibarettir.

500 yıllık ve daha eski Türk Musikisini defterler dolusu, Hamparsum notasıyla yazılmış notalardan, Rauf Yekta Beyin kendi el yazısı ile yazdığı

nota vekitaplardan, Darülelhan neşriyatı notalardan öğrendim.

Merhum Tamburî Cemil beyin ve o zamanların tüm taş plaklarını defalarca dinledim.

Rahmetli Mesut Cemil ve Ruşen Ferit Kam’ın korolarından gerçek Türk Musikisini dinlemeye doyamıyordum...

O zamanlar babam Emced Bey bana şöyle demişti :

“Oğlum, sana yeni bir radyo alacağım. İki kapısı olacak ve sen radyonun içine girerek musikiyi rahatça dinleyeceksin!”

(Aynı musiki ziyafetlerini, daha sonraları Sayın Nevzat Atlığ korosundan da dinledim.

Hele AKM’ deki konserlerinde, girişte ismime yazılmış bir davetiyenin, her seferde bulunması dolayısı ile Sayın Nevzat Atlığ’a şükranlarımı arz ederim.

Okuma tavırlarını çok beğendiğim Mesut Cemil ve Ruşen Ferit Kam Korolarının büyük Neyzenleri HAYRİ TÜMER ve ŞEVKİ SEVGİN ile tanıştım.

Hayri Tümer bana Ney açmasını öğretiyordu.

Neye açtığı her delik için özel dualar okuyor hatta bazı deliklerde secde ederek dua okuyordu.

Bana da öğretmesi için rica etmiştim, bir türlü nasip olmadı.

Bir gün de, hemen hemen aynı yaşlarda olduğumuz dostum Neyzen Sencer Derya ile Sayın Şevki Sevgin’i ziyaret etmiştik.

Bize akide şekeri ikram etti.

Ben aldım, Sencer almadı.

Sonra ikimize de ayrı ayrı Ney üfletti, sonra oradan ayrıldık.

Dışarı çıktıktan sonra Sencer, bana, niçin akide şekeri aldığımı sordu.

Sonra öğrendim ki akide şekeri yiyen Neyzen, tükrük ifrazatı artacağından, akabinde iyi Ney üfleyemezmiş!

Sencer Derya’yı hiç unutamam, sonralarda mükemmel bir Neyzen ve Ney açıcısı oldu!

Allah rahmet eylesin.

 Ney öğrenmeye başladıktan hemen sonra öğrencilerim oldu, öğretirken öğrendiğim birçok şeyler için hepsine teşekkür ederim.

Ayrıca ‘O’ diyor ki : “Size verdiklerim vermeniz içindir, sizin malınız değil...” Küçük-büyük ne öğrendimse talep eden herkese verdim ve

devamlı vermekteyim.

Yüce Yaratan da bu fakire devamlı yeni bilgiler vermekte... (Çok şükrederim.)

 1949 yılına kadar birkaç kere, koro yetiştirme çabalarına girdim, hepsi çok amatörce idi ama bu gibi etkinliklerle kendimi yetiştiriyordum!

İlk ciddi koro teklifi Ankara Üniversitelilerinden geldi. Kuruluş organizasyonu Milli Türk Talebe Birliği ve dostum Bekir Sıtkı Şaylı

tarafından yapıldı ve ben birdenbire Üniversite Korosu Şefi oldum 18 – 19 yaşlarında!

(Bu koro Nevzat Atlığ’ın korosundan evvel kurulmuştur.)

50 kişilik dinamik ve genç bir koromuz vardı.

Tamamen 300 - 400 yıllık Türk Musikisi çalışıyorduk.

Ciddi konserler verdik.

Büyük Sinemada III. Selim Konseri vermiştik...

Sazımızın içinde (Nur içinde yatsınlar) Neyzen Levazım Üst Teğmen Ulvi ERGUNER,

Neyzen Harita Yüzbaşı Selami Bertuğ, Neyzen ve Udî Niyazi Önol (askerî Vet. Hek.) gibi isimler vardı...

Koro içinde bulunan fevkalade yetenekli ve mükemmel bir sesi olan (Şimdi İTÜ Konservatuarı Öğretim üyesi) Serdar (Timagür) Öztürk’ü ve

daha birçok gençleri unutamam.

  Çok küçük yaşta, 17 -18 yaşlarında Konya’daki Mevlevi Ayinlerine Neyzen olarak iştirak etmeye başladım.

İlk önceleri Konya Halk Evinde, “Mevlevi musikisinden örnekler” adı altında her 18/Aralık’ta Konya’da Ayin(!) icra ederdik.

Bir otel yalnız Mevlevi misafirlere ve musikişinaslara ayrılmıştı, hep otelde yatardık.

Devamlı toplantılar yapar sohbet edilirdi. Bendenize de Rauf Yekta Beyin hatırına fevkalade saygı gösterilirdi,

çocuk halimle bu saygıdan çok hoşlaşırdım.

Yine bir gün toplanıp sohbet ederken, sohbetin mümtaz konuşmacılarından Refiî Cevat Ulunay ile Türk Musikisi hakkında konuşuyorduk.

Üstat o yıllarda günlük büyük bir gazetenin ikici sayfasında makaleler yazar ve makalelerinde, musiki etkinliklerini, konserleri v.s.

pek acemi surette eleştirirdi...

Sohbetimizde bir fırsatını bulup bütün misafirler önünde Refiî Cevat Ulunay’a, “Musikiden başka konularda yüksek bilgi ve tecrübeleriniz var,

sizden pek çok şeyler öğreniyoruz.

Yalnız bilimsel olarak bilmediğiniz Musiki hakkında bir sürü yanlış eleştiriler yapmamanızı diliyorum efendim” dedim.

Yüzü sapsarı oldu, hiçbir şey söylemedi. Herkesin huzurunda söylediğim bu sözlerle onun o güzel ve yüce gönlünü kırmıştım!

Öteki âleme Yürümeden önce kendisinden özür ve bağışlanmak dilemeye fırsat bulamadım...

Şimdi burada, Yüce Yaratan’ımın ve bütün Türk Ulusunun huzurunda, sonsuza kadar kendisinden milyonlarca defa özür dilerim ve

beni bağışlamasını dilerim.

  Bir 18 Aralık’ta, yine Konya Halk Evindeyiz ve ayin icra ediyoruz (Semazensiz...).

Ankara’dan gelmişiz Koro şefimiz Sadi Hoşses merhum. Tatlı tenor bir sese sahip Sadi Hoşses için 5 ses farklı transpoze çalıyoruz.

Heyetimizin en güzel gönüllü ve neşeli sanatkârı canım kardeşim merhum Ulvi Erguner, taksim sırası bende idi,

kulağıma fısıldadı : “Taksimi yap, yerinde karar kıl” dedi! Segâh makamında yaptığım taksimi bitirdiğimde Niyaz Ayini ilahisini koro söyledi,

Sadi Hoşses söyleyemedi!.. Sadi Hoşses olgun ve hoş bir insandı, bu küçük şakamızı toleransla karşıladı ve işte anısı kaldı...

  Yine hiç unutamadığım Konya anılarımdan biri de son türbedarlardan MEHMET Dede ile hücresinde yaptığım ziyaret ve sohbettir.

Mehmet Dede o zamanlar 70 – 80 yaşlarında sağlıklı bir insan. Hücreye girer girmez Mevlevi usulü el öptük,

hemen kapının eşiği dibine oturdum.

Bana, “Sen kimlerdensin” dedi. “Efendim” dedim, “Siz bendenizi tanımazsınız, ama belki büyükbabam Rauf Yekta Beyi hatırlarsınız”.

Sol ayağının üzerinde oturuyor, sağ ayağını yere basmış, dizi havada...

Hemen hürmetle kıpırdandı, önündeki küçük mangala bir cezve sürdü,

”Sana bir kahve yapayım” dedi. Rauf Yekta Bey’den ve musikiden bahsetti! Bendeniz çok mutluyum, kahvemi içtim.

Baktım yorgun gözüküyor, “Siz biraz uzanın, dinlenin, bu fakir kapının önünde nöbet beklerim, ölümü çiğnemeden hiçbir kimse içeri giremez!”.

Yüzüme hayretle baktı ve şunları söyledi : “Ben sağ dizimin üstüne başımı koyar beşer-onar dakika dinlenirim,

görevim Pir’imin Türbesine bakmak ve onu beklemektir! Biliyor musun oğlum,

Çile doldurduğum günden beri hiç sırt üstü yatmadım!” Nurlar içinde yatsın...

  1954 yılının Şubat ayında Veteriner Fakültesinden Veteriner Hekim olarak mezun olduğumun hemen akabinde Ankara Merkez Veterinerliğine atandım.

Bir ay sonra kura çektik. Kurada Artvin’in Şavşat Kazası Veteriner Hekimliğini çektim,

ikinci çocuğumuz Cem doğmak üzere idi, Artvin’e gitmeyerek görevimden istifa ettim.

Parasız-yatılı (Leylî Meccanî) okuduğum için devlete olan borcumu daha sonra taksit taksit ödedim!

 1953 ilâ 1960 yılları arasında Eskişehir’de musiki faaliyetlerime devam ettim.

Eskişehir Türk Musikisi Derneğini kurdum, pek çok öğrenci yetiştirerek, sayısını şimdi hatırlayamadığım kadar konserler verdik ve

bin yıllık öz musikimizi gençlerimize tanıtmak için can ü gönülden çabalar verdim!

(1940’lardan 2001 yılları arasında verdiğim musiki derslerinden ve tüm musiki faaliyetlerinden hiç para almadım!)

  Son üç-dört yıldır Koç Üniversitesinde, İTÜ’de, Robert College Lisesinde, Pera Sanat Lisesinde, evlerde ve evimde

Ney ve müzikoloji dersleri veriyorum.

Çocuklarımızın da maddî yardımları ile sevgili eşim Nurhan hanımla çok mutlu bir hayat yaşıyoruz.

Öğrencilerim bize Nene ve Dede diyorlar! Allah onlardan razı olsun, inşallah onlar Gerçek Türk Musikisi Kültürümüzü

nesillerden nesillere taşıyacaklardır! 1949 yıllarında besteler yapmaya başladım.

Bestelerimin değişik bir havası var. 300 adet civarında çok çeşitli formlarda bestelenmiş bestelerimin özelliği,

katı form yasalarına uymayan, sözlü eserler için yeni Türk Şiiri ile bestelenmiş şarkılar veya kararlarda da sıkı müzikoloji sınırlarına boyun eğmeyen,

meselâ, Rast ve Nihavent makamında bir eseri, Rast perdesi yerine Segâh perdesinde bırakmak gibi bir takım özgürlükler...

2003 yılı baharında İTÜ’de bu konu hakkında vermiş olduğum açıklamalı Konser çok beğenilmiş ve eserlerim doçentler ve

konservatuar öğrencileri ve dinleyiciler tarafından özgürce söylenmişti...

  Son 10 yıldır ‘Musiki ile Tedavi’ üzerine besteler ve denemeler yapıyorum.

Bu besteler veya bizim tabirimizle ‘Musiki Tabletleri’ merak uyandırıyor ve pek çok yerde başarı ile kullanılıyor, dinleniyor.

Bizim tedavi sistemimiz Meditasyon müziğinin aksine İnsan Beynini tedavi alanında çalıştırmak ve doğal yollardan şifaya ulaşmak...

 Neyzen Yavuz Yekta hocamız, 17.07.2014 yılında hayata gözlerini yummuştur.

 Kendisinden ricamız üzerine biyografi bilgilerini bizimle paylaşmıştır.

  Yavuz Yekta hocamıza Allah'tan rahmet diliyoruz.

 

 Neyzen Yavuz Yekta hocamızın katıldığı son konser :

  18 Aralık 2009 tarihinde İstanbul'da 40 neyzen'le gerçekleştirilen bu konserde Neyzen Yavuz Yekta Hoca, ön sıranın en sol başında yer almıştır.

 

 

Sayfa Başı

© www.neyzenim.com Neyzen Zeki Sözen